Çalışma Odası
Bütün hayatımız boyunca döne döne aynı şeyleri yaşarız. Yaşamamak için çareler üretiriz ama yine yaşarız. Zaman içinde yaşadıklarımıza o kadar alışırız ki, “Bana ne oluyor?” diye sormak aklımıza bile gelmez.
Bir gün, bir nehir kenarında etrafı seyrederken bir yandan da bunları düşünüyordum. O sırada tam başımın üstünden süzüle süzüle bir yaprak ağaçtan düştü, suya karıştı. Bir anda suyun akış ritmi, onu kendi akışının içine aldı. Aynı güzellikte birlikte süzülüyorlardı ki bir anda yaprak ortada olan kayaya takıldı. Kendi geliş hızından dolayı orada bir girdap oluşturup kendi etrafında dönmeye başladı.
Tam o sırada içimden,
“Yıllardır ben de kendi dertlerimin içinde, kendi kendime dönüp duruyordum,”
diye geçiriyordum ki, o sırada suyun hızı ile yukarıdan gelen bir dal geçerken yaprağın girdabını bozdu. Yaprak da takıldığı yerden kurtuldu, tekrar suyun hızı ve ritmi ile birleşerek aktı ve gözden kayboldu.
O an beni de takıldığım yerden, keşfettiğim çalışma sisteminin kurtardığını fark ettim.
Benim kurtuluş dalım evrenin ve yaşamın işleyişini keşfetmemdi.
Bu keşif bana bugüne kadar doğru diye bildiklerimin “insanın doğruları” olamayacağını gösterdi. Çünkü bu keşifle, “Doğrular bunlar,” diye bildiğimiz “yapılmalılar listesi”ni insanın yaratılışından dolayı yapamayacağını algılamıştım.
Bu benim kendime yaptığım en büyük hizmetti.
Çalışmalarımı yaparken kendime böyle bir tablo yapmıştım:
Bu tabloya göre, yaşadığım beni üzen, kızdıran, acı çekmeme sebep olan olayın içinde ne hissettiğimi sorarak çalışmaya başlıyordum. Olayı iyice tarif ettikçe, ne hissettiğimi sordukça içimden ya bir “korkum” ya da bir “inancım” çıkıyordu.
“Peki, bu inancım gerçekten inandığım gibi mi?” diye sorduğumda çoğu zaman inandığım, inandığım gibi çıkmıyordu.
Yani o inandığım olabilecek bir şey miydi diye soruyordum.
Böylece yaşadığım olayın gerçeğini görüyordum. Kendimi kandırmış ve kendimce bir şeye inanmış olabilirim. İnandığım şey olabilir miydi diye incelediğim ve kendimle yüzleştiğim zaman çalışmalarımın yarısı 3. adımda bitiyordu.
Çünkü o sırada bana acı veren olayı, inandıklarım inandığım gibi olmadığı için yaşamıştım. İnancım ve dolayısıyla beklentilerim bitince de hissettiğim acı bitiyordu.
Ya da her olayı, daha evvel kendi yaşadığım bir olayda, kendi yaptığım şekilde görüyordum. Bu da “Aynalar” sistemiydi. Yani o olayı ve kızdığım kişiyi nasıl tarif ediyorsam ben de öyleydim.
Eğer bir tarif çıktıysa, yani karşımdaki insanı nasıl tarif ettiysem onları liste yapıyordum. Her tarif için tek tek, “Ben ne zaman, nerede bunu yaptım?” diye sorarak, kendimi çalıştırıyordum. Böylece tablonun 4. adımı işliyordu.
“Aynı hareketleri ben nerelerde yapıyorum?” sorusundan sonra hatırladığım olaylar sırasında, “Neden yapıyorum?” diye kendime soru sorarak ilerliyordum.
Yani neden ben de o kızdığım kişi gibiydim? İşte asıl dönüştürme, nedenini bulduğum zaman oluyordu.
Kendi yapış nedenimi bulup onu dönüştürünce bir daha o hareketleri yapmaz oluyordum. Tabii kimseyi de artık öyle tarif edemiyordum.
İnsanları hem içimden hem de dışımdan sözlerimle tarif edemediğim güne kadar çalışmalarıma devam ettim.
Her tarifim, ben o tarifimdeki hali yapmadığım zaman bitiyordu. Bunun için de aynı hareketi yaptıran korkumun bitmesi gerekiyordu.
Bende bittiğinde karşımdaki insanlarda o hali görmez oldum. Yani kendi yaptıklarım değişmeden başkalarında gördüklerim ve onlarda kızdıklarım değişmiyordu.
Tabii önceleri, sebepleri buldum ama ne yapacağımı bilemedim.
“Bu bulduklarımı ne yapacağım?” diye sorguladığım bir sırada yine içimden o müthiş sesi duydum.
“KABUL ET,” dedi.
Bulduğum inancı veya korkuyu önce kabul etmem gerektiğini anladım.
Kabul etmek kendinden itmemek, reddetmemek, önce sahiplenmekmiş; kabul etmezsem bana ait olmadığını zannettiğim için ona bir etkim olmadığını algıladım.
Halbuki, “Vardır, böyledir,” dersem onu benden uzağa itmemiş, kendime doğru almış, sahiplenmiş oluyorum. Böylece kabul ediyorum.
“Önce buldum,” sonra “kabul ettim,” ama bu bulduklarım beğenilecek şeyler değildi.
“Peki, şimdi ne yapacağım?” diye sorduğumda,
“Onu kendinin korkusuz, ilk doğal halin olan sevgi haline dönüştürmeyi iste,” dedi içimdeki ses.
O korkunun sevgiye dönüşmesi gerektiğini, bunun da ancak benim isteğimle olabileceğini anladım. Böylece onun dönüşmesini, istediğim hal olan “sevgi”ye dönüştürmeyi istemiş olacaktım.
“Sevgi”ye dönüştürmenin, korkudan evvelki doğal oluş halime dönmek olduğunu anlamıştım.
Buradaki sevgi, “Ben seni sevdim. Ben senden nefret ettim. Ben sana aşık oldum,” sevgisi değildi.
“Korkumu sevgiye dönüştürüyorum,” niyetiyle, “Oyun Bahçesi,” yaratılmadan evvel olan, insanın kendisinin asıl doğal haline dönüşmesine niyet ettiğimi anlamıştım. Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabımda bu bahçeyi anlattım.
Benim anladığım asıl sevgi,
“her olana izin verebilen,”
“olanın zaten tam olduğunu bilen,”
“insanları değiştirmeye gerek duymayan” sevgi.
O güne kadar böyle bir şeyin sevgi olabileceğini bile bilmiyordum.
Önceleri çok şoke oldum, böyle bir insan halini tanımıyordum.
Ben hep olanı kabul etmemeyi, her olanı değiştirmeye çalışmayı doğru diye biliyordum. Yakınlarımın bana göre yanlış olan taraflarını keşfedip onları düzeltmeleri için yönlendirmeyi hatta bu konuda onlara gerekli yardımları yapmayı doğru diye biliyordum. Böylece sevdiklerime yardım ediyorum zannediyordum.
Gerçek sevginin ne olduğunu algıladığım zaman, o güne kadar kimseyi gerçek sevgi ile sevmediğimi, korkularımla sevdiğimi hatta sevgimin de şartlara ve şekillere bağlı olduğunu gördüm.
Kendimde gördüğüm bu hal beni çok etkiledi ve bir daha kimseye, “Seni seviyorum,” demedim.
Çünkü sevginin söyleyerek hissedilen değil, yaşadığın olayda “olayın ve kişilerin tamam olduğunu gördüğünde” olan bir şey olduğunu anlamıştım.
Oyunun içinde bildiğim sevgide ise, “Ben seni seviyorum ama çok kusurlusun, bunları değiştirmen lazım,” diyorum. Ya da olan hiçbir olayı kabul etmemeyi biliyorum.
Böylece herkese ve her şeye değişmesi gereken yanlış bir şeymiş gibi bakıyormuşum.
Bu çalışma sistemi ile en önemli keşfi yaptığımı anlamıştım.
Ve ilk defa “Gerçek SEVGİ” ile tanışmıştım.
O andan sonra korkularımı dönüştürmek çok daha kolay oldu.
Dönüştürdüğüm her korkum veya inancım, bir adım sonra dönüştüreceğim daha köklü bir inancım için bana enerji rahatlığı verecekti. Sanki bir kuyudan adım adım yukarı çıkmak gibiydi.
Böylece bunları fark ettikçe dört satırdan oluşan cümleler ortaya çıktı.
Korku dörtlüğü:
Benim……………….. korkum var.
Ben……………………. korkumu kabul ediyorum.
Ben……………………. korkumu şu anda sevgiye dönüştürmeye niyet ettim.
Ben……………………. korkumu seviyorum.
Bu cümlelerin noktalı yerlerine bulduğum, içimden çıkan korkumu ya da inancımı yerleştirerek birkaç defa tekrarladığım zaman o cümlenin arkasındaki enerjinin bittiğini ve cümlenin anlamını yitirdiğini gördüm. Böylece o korkum ya da inandığım cümlenin anlamı bitiyordu.
Benim en zorlandığım çalışmalarım her zaman sonu Aynalar çalışmasına bağlanan çalışmalarımdı. O güne kadar hangi konu veya davranış için bir tarif yaparak, “Ben böyle değilim,” dediysem, birkaç gün sonra yaptığım bir çalışma sonunda kendimi o tarif ettiğim halde buluyordum.
Önceleri, “Eyvah! Sonunda ben öyle çıkacağım galiba,” dediysem de o sırada yaşadığım olayın kızgınlığı ve isyan hissi ile yine de kendimi çalışmanın içinde buluyordum.
Çünkü başka bir çıkar yolum olmadığını artık iyice anlamıştım. Ya değişecektim ya değişecektim!
Hepimize her zaman en kolay gelen şey, başkalarının yaptıkları hakkında yorumlar yapmak. Hatta her zaman bu yorumları, “Biliyorum,” diye başlayarak yaparız ve o kişilerin yaşadıkları ile ilgili görmediğimiz yerlerden yorumlar yaparız. “Biliyorum o böyle,” diye tarife başlarız ve büyük bir hızla artan bilgimizle sonunu bir türlü getiremeyiz.
Artan bilgimiz de zaten negatif oluşumdan gelir. Bilgi verdiği yerler yine bizim açıklarımız olan yerlerdir. Negatif oluşumun bu iştahlı oyununa katılmamak için kendinizi yorum yaparken yakaladığımız yerde durdurun ve “Ben bunu ne zaman nerede yapmıştım” diye sorarak ilerleyin.
Hatırladığınız olay sırasında, “Neden yaptım?” diye sorarsanız size o davranışları yaptıran korkunuzu ve inancınızı bulacaksınız. Bulduğunuz korkunuzu ve inanç cümlesini korku dörtlüğünün noktalı yerlerine yerleştirerek birkaç defa tekrar edin.
Biraz evvel yaşadığınız duygunun değiştiğini, öfkenizin kalmadığını göreceksiniz. Bu hissin her zaman devam edebilmesi için de dönüştürdüğünüz korkunuzun yaşantınızda sizi artık ele geçiremeyecek hale gelmesi, sizin de bunu kendinizde dikkatli takip etmeniz gerekir.
Zaman içinde bunları dikkatli takip ederek her tarifinizi kendinizde ciddi bir şekilde dönüştürürseniz kimseye kızmadığınızı, kimseyle kavga edemediğinizi fark edeceksiniz. Bütün kızdığınız insanlar için tek tek, yaptıkları nelere kızdığınızın listesini yaparak çok kolay ilerlersiniz.
Kendi çalışmalarınızı yaparken içinizde sizi bilen tarafınız size adım adım eşlik ediyordur.
Nil Avunduk! Bir sorum daha var? adlı ilk kitabımda yaşantım boyunca başıma gelen olayları neden yaşadığımı algıladığım anları ve o anlarda içimden duyduğum sesle korkularımı nasıl keşfettiğimi anlatmıştım. Bu keşif, korkularımı bulup dönüştürdükçe doğru olmayan inançlarımı fark etmemi sağlamış ve beni gerçek bir değişim sürecine sokmuştu.
“İçimdeki sesi duydum,” diye anlattığım seminerlerde herkesin kendi çalışmaları sırasında kendi içlerinde büyük bir yardımcıları olduğunu anlamalarını sağlayacaktı.
Ama bu ses ve içimden gelen yardım işaretleri, sadece kurtulmak istediğim hastalığım ya da kurtulmak istediğim bir inancım için bana gösterilen yoldu.
Bunu anlamadan, “İçimden duydum,” diye başlayan hareket doğru olmazdı.
Herkes, “İçim dedi ki…” diye bir yola çıktı. Halbuki onların içim dediği, korkularının onlara dediğiydi.
Benimki korkularım dönüştükçe hissettiğim yepyeni bir algıydı. Bu algıyı hissettiğim her seferinde beni sarsıyor ama aşağı çekmiyordu ve gerçek olduğunu anlıyordum.
Böylece benim korkularımın ve doğru olmayan inançlarımın karşısında benim için bilirkişi çıkmış oldu. Ama sadece benim için bilendi.
O zamana kadar bana her şeyi korkularımın yaptırdığını ve hepsinin sonucunda hüsrana uğradığımı görmüştüm. Artık içimdeki korkuları dönüştürerek ilerleyecektim ve bu sırada içimin bilen tarafı algıladığım yeni algılar sırasında bana eşlik edecekti.
Onunla oturup sohbet etmedim. Onu bilirkişi olarak görüp, “Şöyle mi yapsam, böyle mi yapsam?” gibi sorular sormadım. Çünkü o bu sorularına cevap vermez. Cevap veren varsa tehlikeli bir yerden geliyor demektir. O bana hiç bilmediğim ve o güne kadar yaşamadığım bir şekilde yardım ediyordu.
Onunla soru-cevap yapılmaz. O sorulara cevap veren o değildir, korkunun cevapları ve yönlendirmesidir. Yani devreye negatif oluşum girer ve sana kendi yaptırmak istediklerini yaptırır.
Bu farkı karıştıranlar, başkaları hakkında içlerinden bilgi aldıklarını zannediyorlar.
“Benim içim, senin için dedi ki,” diye söylemler oldu. Bunu falcılık olarak kullandılar, bilirkişi yaptılar kendilerini.
Halbuki benim içim bir başkası için neden bir şey söylesin ki, onun kendi içi yok mu?
Buna meraklı kişiler rüyaları da böyle kullanıyorlar. “Dün gece seni rüyamda gördüm, sen şöyleydin,” diyorlar. Benim yaşayacaklarım senin rüyanda neden olsun ki? Onlar senin zihnindekilerdir, benim hayatım değildir.
Göğsümün tam ortasından hissettiğim o ses ne başkası hakkında bilgi veriyordu ne de gelecek hakkında bilgi veriyordu.
Bu çalışma sistemi ile korkularımız bittikçe, kendimizi görebilir ve inceleyebiliriz. Bu bize faydalı olan.
Başkalarının durumlarını anlamaya çalışmak bize bir şey kazandırmaz ama sözü dinlenmediği için kendini çeşitli ortamlarda değersiz, önemsiz hisseden korkularımızın işine yarar.
Çok kısa bir zaman için o korkular mutlu olur, ama bunları yapmak için bağlandığımız, yani bilgileri aldığımız negatif oluşum ile iş birliği, bizi yaşamak istemeyeceğimiz ortamlara sürükler.
Halbuki kendimizi değersiz, önemsiz hissettiren korkuyu bulup dönüştürürsek kendi doğal yaşamımızı yakalarız, negatif oluşumun da oyuncağı olmayız.
Kendi bilen tarafımıza kendi geleceğimiz ve bir başkasının geleceği hakkında soru soramayız, çünkü cevap vermez. Böyle bir soru sorarsak ve cevap gelirse gelen cevap negatif oluşumun cevabıdır.
Hayatınızın hiçbir anında, özellikle karar anınızda, sizi onaylayarak veya onaylamayarak sizi yönlendirmez, doğası gereği evrensel olarak bunu yapamaz; çünkü yaşayan sizsiniz.
O sırada negatif oluşum size cevap vererek kendi istediği şekilde yönlendirir. (bkz. Oyun’da Yönetmen Kim? kitabım)
Gelecekten haber vermez; çünkü sizin geleceğinizin her an sizin yeni seçimlerinizle yeniden şekilleneceğini bilir.
Başkasının sizin hakkındaki düşünce ve planlarını söylemez. Size de başkası hakkında yaptığınız planları yaptırmaz.
Sizin hayallerinizle iş birliği yapmaz.
Size korku isimlerini söylemez; çünkü korkunuzu bulurken önce içinizden o korkunun duygularının yavaş yavaş yükselmesi ve o duygunun tam açığa çıktığı anda da sizin ağzınızdan sizin tarifinizin çıkması önemlidir. Bu, enerjinin gerçek tespitidir ve bu tespitten sonra ikinci adımda siz korku çalışmasını yapıp o korkunuzun enerjisini dönüştürdükçe bilmeniz gerekenleri söylemek üzere size hissettirmeye başlar.
- Gelecekten haber vermez; çünkü sizin geleceğinizin her an sizin yeni seçimlerinizle yeniden şekilleneceğini bilir.
- Başkasının sizin hakkındaki düşünce ve planlarını söylemez. Size de başkası hakkında yaptığınız planları yaptırmaz.
- Sizin hayallerinizle iş birliği yapmaz.
- Size korku isimlerini söylemez; çünkü korkunuzu bulurken önce içinizden o korkunun duygularının yavaş yavaş yükselmesi ve o duygunun tam açığa çıktığı anda da sizin ağzınızdan sizin tarifinizin çıkması önemlidir. Bu, enerjinin gerçek tespitidir ve bu tespitten sonra ikinci adımda siz korku çalışmasını yapıp o korkunuzun enerjisini dönüştürdükçe bilmeniz gerekenleri söylemek üzere size hissettirmeye başlar.
