ÜSTBEN

Nil Avunduk! Bir sorum daha var? adlı ilk kitabımda, yaşantım boyunca başıma gelen olayları neden yaşadığımı algıladığım anları ve o anlarda içimden duyduğum sesle korkularımı nasıl keşfettiğimi anlatmıştım. Bu keşif, korkularımı bulup dönüştürdükçe, doğru olmayan inançlarımı fark etmemi sağladığı için beni gerçek bir değişim sürecine sokmuştu.

Bir gün kendi çalışmalarımı yaptığım, epeyce de ilerleme sağladığım bir devrede, salonumun penceresinden bahçeye bakıyordum. Bahçede küçük çocuklar top oynuyorlardı. İki çocuk karşılıklı birbirlerine top atarken kenarda duran, onları seyreden bir çocuk, top oynayan çocuklardan birinin arkasına doğru gitti. Aniden sırtına öyle bir vurdu ki, çocuk yüzükoyun yere düştü. Başka bir çocuk da kendi yanındakine vurdu. Sonra herkes birbirine küstü. Daha sonra çocuklardan ikisi birbirlerinin omuzuna ellerini koyarak oradan ayrıldı.

Çok şaşırdım gördüğüm sahne karşısında. Bir de yukarıdan baktığım için her açıdan görebilmiş olmam da enteresan geldi bana. O sırada kendi çalışmalarımı yapıyordum. Gördüğüm ve hissettiğim şeyleri yüksek sesle kendime sorup içimden gelen sesle, gördüklerimi olan hali ile anlamayı artık alışkanlık haline getirmiştim.

Nil Avunduk! Bir sorum daha var? kitabımın 18. sayfasının son paragrafında,
“Sanki göğsümden bir ses kükreyerek içimden dedi ki, ‘Kendi yalancılıklarını görmen için,’…” diye anlattığım sahnede yaşadıklarım gibi, içimde var olan, ancak korkularımı dönüştürdükçe duyabildiğim, öfkelerim bittikçe hissedebildiğim, ben değişmek istediğim zaman değişmem gereken yönü içimden hissettiren asıl oluşumuma, bu sefer de gördüğüm bu olayın ne olduğunu sordum.

Bir anda bahçe, “OYUN ALANI” olarak gözümün önünde canlanmaya başladı.
“OYUN ALANI”nda insanlar böyle yaşıyor. Yapmak istedikleri aslında birbirlerine vurmak, birbirlerini düşürmek değil. İnsanların bu hareketi onların doğal haline ait değil. Oyun bahçesinde insanlar bu hareketleri refleks olarak yapıyorlar ve bu hareketi yapmadan duramıyorlar. Oyun alanında kimse elini kolunu zapt edemiyor. O çocukların da yapmak istedikleri birbirlerine vurmak değildi,” dedi.

“Sizin de yapmak istediğiniz birbirinize vurmak değil. Öteki çocuğun beline vuran çocuk, evinden çıkarken bunu düşünerek evden çıkmadı. Ama bu bahçede insanlar bu hareketleri yapmadan duramıyor. Bu hareketlerin hiçbiri o çocukların asıl isteği değil. Evden oyun oynamak için çıkıyorlar, koşarak bahçeye geliyorlar ve bu hareketler birbiri ardı sıra oluyor. Düşen kalkıp diğerine vuruyor.”

“Gördüklerim ne?” diye merakla sormaya devam ettim. Bütün dikkatimle bakıyordum.

“Çocuklar da sizin yaptıklarınızı yapıyorlar,” dedi.
“Siz de istediğiniz olmadığı zaman birbirinize benzer vuruşlar yapıyorsunuz. Sizler de çocukların yaptığının büyük versiyonunu birbirinize yapıyorsunuz. Neden şaşırdın?” dedi.
“Siz, ‘yaşantımız,’ dediğiniz dünyada kurduğunuz ‘oyun bahçesi’nde birbirinize vurmadan yaşayabiliyor musunuz?”

“Peki, neden böyle?” diye sordum.

“Dünyada kurulan ‘oyunlar,’ insanlara, ‘Doğrusu bu,’ diye inandırılarak oynatılıyor. Kurulan bu oyunları insanların oynayabilmesi için oyuncak çeşitleri ile kandırılmaları gerekiyor. Bu oyuncaklar olmazsa yaşayamayacaklarına inandırılıyorlar. İnsanlar da var güçleri ile söylenenleri yapmaya başlıyor. İnandıkları ve istedikleri olmadıkça daha çok yapmaya çalışıyorlar. Yaptıkları halde istekleri hala olmadıkça biri yüzünden ya da başkaları yüzünden olmadı diye inandırılıyorlar. Böylece insanlar dışarıya bakarak, ‘Bana kim mani oldu, onu nasıl alt ederim?’ diye, kendisi dışındaki insanları takip etmeye başlıyor. İşte buradan sonra, doğru olmayan inançlar hızla zihninize gelmeye başlıyor ve inandıklarınızın peşinde koşar oluyorsunuz. O sırada önünüze çıkana vurursanız istediklerinizi elde edebileceğiniz öğretiliyor.”

Yanda bir bahçe daha görüyordum. Onu da göstererek dedi ki,
“Orası da ‘YAŞAM ALANI.’ Diğer bahçede gördüğün birbirine vurma hareketi, bu yaşam bahçesinde olmaz. Burada insanlar birbirlerine vuramazlar, burada yaşayan insanlarda vurma refleksi yok. Çünkü orada başkasının söylediklerinin doğru olduğuna dair bir inanç yok. O bahçede, ‘doğrular bunlar’ diye sizin dışınızdan size bir şey söyleyemezler. Çünkü o bahçede senin için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu sen kendin bilirsin. Buna göre hareket edersin. Aldığın sonuç ne olursa olsun senden olduğunu bilirsin. O zaman da vuracağın, kızacağın kimse kalmaz. ‘Yaşam bahçesi’nde motivasyonun sadece kendi gözünle gördüklerin ve sadece kendin için, kendi isteğin üzerine; o yüzden orada vurma, itme refleksi olamaz. Orada inançlar yok, yaşamın doğal güzelliği var, insanın zaten yapabildikleri var, ‘yapmalı’lar ya da ‘yapılmalı’ yok. İnançlar, dünyaya kurulan ‘oyun’un söyledikleri.”

İki bahçeyi hala seyrediyordum.
“Ben neredeyim?” dedim.

“Ortada bir duvar var, ayaklarımı aşağı sarkıtmış, duvarın üzerinde oturuyorum, oyun bahçesini izliyorum,” diye fark ettim.

“Niye hala bu oyun bahçesini izliyorum da yaşam bahçesinde değilim?” dedim.
Gözüm oyun bahçesindeydi ama kendim orada değildim. Duvardan izliyordum bahçeyi. Dönüp arkamı, yaşam bahçesine de gidememiştim.

“Neden?” dedim.
“Orada nasıl yaşayacağını bilmiyorsun,” dedi.

O anda şunu anladım:
Ben bu oyun bahçesine arkamı dönüp gideceğimi ve diğer bahçede de nasıl yaşayacağımı bilmediğimi zannediyordum.

Oyun bahçesi ile yaşam bahçesi arasındaki farkı algılamak istedim.

Bu bahçede, yani, “OYUN ALANI”nda insanlara tarifler verildiğini ve o tariflerin o kişilerin görev listeleri olduğunu anladım.

Bu listeler ve tariflere olan inancımı bitirirsem ve bir insanın bu listelerle yaşayamayacağını, aslında bir insanın bu listedekileri yapamayacağını anlarsam arkamı dönüp gitmeyecektim, oyun bahçesinde o liste olmadan, o tarifler olmadan aynı insanlarla beraber yaşayacaktım. Ben aynı bahçede yaşanan olaylara, kendi yaşadıklarıma, “yapılmalılar listesi” olmadan bakacaktım. Olayları tam yaşandığı şekli ile algılayacaktım. Olanı olduğu şekli ile görecektim. Olana zihnimden yorum yapmayacaktım. Yani korkularımın ve inançlarımın sözcüsü olmayacaktım.

Ben yaşam bahçesine şu anda inebilir miyim?
Şimdi inemem.
Neden?
Çünkü hala bildiklerim, inandıklarım var.

Kendi yaşantımdaki en büyük düşmanım,
“Kendi bildiklerim,”
“Doğrusu bu,” zannettiğim inançlarım,
“Olmazsa olmaz”larım.

Eğer bildiklerim varsa, onlar her ne ise, o bildiklerimle “yaşam bahçesi”nde dolaşamam.

Benim bildiklerimin, yaşadığım her olayın içinde beni oyun alanına, oyun bahçesine çekeceğini algıladım. Bildiklerim, benim yaşam bahçesinde durmama mani olur. Bildiklerim ve inandıklarımdan dolayı zihnim beni devamlı kandırır.

Zihnimin beni kandırabilmek için daha evvel yaşadığım olayların içindeki inançlarımı ve korkularımı kullandığını anladım. Ancak geçmişte yaşadığım olayların içindeki korkularım ve inançlarım biterse, artık beni kullanamazdı. (Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 14-19)

“İçimdeki sesi duydum,” diye anlattığım seminerlerde herkesin kendi çalışmaları sırasında kendi içlerinde büyük bir yardımcıları olduğunu anlamalarını sağlayacaktı. Ama bu ses ve içimden gelen yardım işaretleri, sadece kurtulmak istediğim hastalığım ya da kurtulmak istediğim bir inancım için bana gösterilen yoldu. Bunu anlamadan, “İçimden duydum,” diye başlayan hareket doğru olamaz. Zaten de olmadı.

Herkes “İçim dedi ki…” diye bir yola çıktı. Halbuki onun içim dediği, korkularının ona dediğiydi.

Benimki başka bir içten geldi. En alttan geldi. Eğer en alttan duyarsan öyle tatlı bir şok geçiriyorsun ve öyle tatlı ve doğru söylüyor ki, yüzüne çarpan bir tokat gibi ama acıtmayan bir tokat gibi geliyor. O aradaki fark çok önemli. Şok yapıyor, seni sallıyor, aşağı çekmiyor ve gerçek olduğunu anlıyorsun.

Bir zaman sonra içimden gelen bu sese bir ad vermek istedim. Çünkü kendi çalışmalarım sırasında beni çok güzel uyarıyordu. Artık benim bilenimdi ama sadece benim için bilendi. Çok doğru, asıl tarafımdı. O zaman ona ÜSTBEN dedim. Böylece benim korkularımın ve doğru olmayan inançlarımın karşısında benim için bilirkişi çıkmış oldu.

O zamana kadar bana her şeyi korkularımın yaptırdığını ve hepsinin sonucunda hüsrana uğradığımı görmüştüm. Artık içimdeki korkuları dönüştürerek ilerleyecektim ve bu sırada da üstbenim bana, çalışmalarım ve algıladığım yeni algılar sırasında eşlik edecekti.

Üstbenle oturup sohbet etmedim. Onu bilirkişi olarak görüp, “Şöyle mi yapsam, böyle mi yapsam?” gibi sorular sormadım. Çünkü o bu sorularına cevap vermez. Cevap veren varsa tehlikeli bir yerden geliyor demektir. Üstben çalışma yaparken, korkularını dönüştürürken senin bile anlayamayacağın bir şekilde sana yardım eder. Yeni algıladığın bir şeyi hissederken onu hissedersin.

Üstbenle soru-cevap yapılmaz. O sorulara cevap veren üstben değildir, korkunun cevapları ve yönlendirmesidir. Yani devreye negatif oluşum girer ve sana kendi yaptırmak istediklerini yaptırır.

Bu farkı karıştıranlar, başkaları hakkında içlerinden bilgi aldığını zannetti.
“Benim üstbenim, senin için dedi ki,” diye söylemler oldu. Bunu falcılık olarak kullandılar, bilirkişi yaptılar kendilerini. Halbuki benim içim, senin için neden bir şey söylesin ki, onun kendi içi yok mu?

Buna meraklı kişiler rüyaları da böyle kullanır. Dün gece seni rüyamda gördüm, sen şöyleydin, derler. E, ne olmuş, rüyanda görmüşsün. Benim yaşayacaklarım senin rüyanda neden olsun ki, onlar senin zihnindekilerdir. Benim hayatım değildir.

Üstben hem başkası hakkında bilgi vermiyordu hem de gelecek hakkında bilgi vermiyordu. Bana hiç böyle bilgiler vermedi. Bu çalışmayı yaparken o kadar ciddiydim ki, o kadar ciddi takip ettim ki, kendi yalanımı artık işin içine sokmadım. Çünkü benim tek isteğim hastalığımın iyileşmesiydi ve hep bu çizgide ilerledim, hiç sapmadım. Kendimi hiç boşa oyalamadım.

Ben kendi çalışmalarımı yaparken karşıma üçüncü gözleri ile gören, her şeyi sezgileri ile hisseden birçok kişi çıktı. Bir gün yine her zamanki büyük isyan edişlerimden birini yaptım. “Herkes her şeyi görüyor, hepsi her şeyi çok güçlü hissediyor. Ben bu kadar çalışma yapıyorum, korkularımı dönüştürdüm, inançlarımı bitirmeye uğraşıyorum, çocukluğumdan bugüne kadar olan kızdığım konuları dönüştürüyorum, hatta enerjim ne kadar değişti ki ilk kitabımın 190. sayfasında anlattığım geçmiş hayat çalışmasını yapabilir hale geldim, bu arada hastalığım bitti, artık hiç ilaç içme ihtiyacı hissetmemeye başladım ama onların gördüğü şeyleri göremiyorum, hissettikleri şeyleri hissedemiyorum,” diye gerçek bir isyanda bulundum.

Neredeyse her şeyi bırakıp hastalığıma bile geri dönebilirdim. İşte yine o anda, içimden en büyük ikaz geldi. “BÖYLE KAL, HER ŞEY SENİN KENDİN KADAR,” dedi. O ses içimden o kadar kuvvetli geldi ki sadece, “Tamam,” diyebildim. Bu algı birkaç gün içime iyice yerleşene ve ben bu algıda olana kadar, o kişilerin söyledikleri ve yaptıkları, bir uğultunun, bir gürültünün uzaklaşması gibi benden uzaklaştı. Bir daha hiç duymadım, benim o kadar yakınıma gelmedi. Çünkü bunların olabileceğine olan inancım tamamen bitmişti. (Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 75-76)

Artık böyle şeylere inananlarla bir arada olmam gerekmiyordu. Yaptırdığım çalışmalar sırasında birçok kişi geçmiş hayatlarında böyle inandıkları yaşamlarını gördüler. Bu yaşamlarında inanmıyorlardı, ama geçmiş yaşamlarından birinde onlar da her şeyi hisseden, üçüncü gözleri ile gören, semboller aracılığı ile enerji güçleri olduğuna inanan kişilerdi. Yaptıkları çalışmalarla o yaşamlarından bugüne kadar gelen inançlarını dönüştürdüler. Bu kişiler bu hayatlarında böyle şeylere inanmayan ve bu tarz olaylara çok kızan kişilerdi. Kendilerini kızdıran tariflerden yola çıkarak, kendilerinin aynı şeyleri yaptıkları hayatlarını gördüler. Önce çok şaşırdılar, ama maalesef “Ayna” sistemi her ortamda işliyor.

Bu çalışma sistemi ile korkularımız bittikçe, kendimizi görüp kendimizi inceleyebiliriz. Bu, bize faydalı olan. Başkalarının durumlarını anlamaya çalışmak, kendimize bir şey kazandırmaz, ama sözü dinlenmediği için kendini çeşitli ortamlarda değersiz, önemsiz hisseden korkularımızın işine yarar. Çok kısa bir zaman için o korkular mutlu olur, ama bunları yapmak için bağlandığımız, yani bilgileri aldığımız negatif enerji ile iş birliği, bizi yaşamak istemeyeceğimiz ortamlara sürükler.

Halbuki kendimizi değersiz, önemsiz hissettiren korkuyu bulup dönüştürsek kendi doğal yaşamımızı yakalarız, negatif enerjinin de oyuncağı olmayız.

Bir gün bir spiritüel hocaya, “Bu kadar meditasyon ve arınma bilgileri Hindistan’da var, orada çok sayıda guru dedikleri, inandıkları kişiler var. Hatta bizim memleketten de oralara giderek, o meditasyonları yapıp iyi bir şeyler yaptıklarını zannedenler oluyordu. Neden dünyanın en pis ve en fakir halkı orada yaşıyor?” diye sordum. O da dedi ki, “Eğer onlar bu meditasyonları yapmasalardı dünya daha kötü olurdu.” (Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 120)

Ne kadar boş bir şeye inanmış, değil mi? Düşünün ki ben iyi yaşamamı, orada o pislik içinde yapılan meditasyonlara borçlu olduğumu zannedeceğim. Bu da yine, “Biz bu meditasyonları insanlık için yapıyoruz,” diyen “spiritüel bahçe”nin kandırması.

Halbuki birinci kitabımda anlattığım bir bölüm var. “Ben neden bu kadar yalancı insan görüyorum?” dediğimde, “Sen yalancı olduğun için, kendi yalanlarına bak,” sesini duymuştum. Yani o ses bana, “Hindistan’da bu sıra meditasyonlar azaldı, ondan oluyor,” dememişti. Ve ben de kendi düşüncelerimi ve işime yaramayan inançlarımı, korkularımı dönüştürdükçe sağlığım ve hayatım, yaşantım değişmişti. Eğer el ele tutuşarak hep birlikte yaptıklarını zannettikleri toplu çalışmaların birine iyi geleceği doğru ise, o zaman düşünebiliyor musunuz, birinin hayatı diğerine bağlı oluyor. Halbuki Allah öyle bir yaratım yapmış ki herkesin her hareketi kendine faydalı veya kendine zararlı. İşte Allah’ın adaleti, asıl adalet bu. Güzel olan bu zaten.

Üstbenimizin sadece kendimiz için var olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Üstbene kendi geleceğimiz ve bir başkasının geleceği hakkında soru soramayız, çünkü cevap vermez. Böyle bir soru sorarsak ve cevap gelirse gelen cevap negatif oluşumun cevabıdır.
Yani “Benim üstbenim senin için dedi ki…” diye bir cümle gerçek değildir. Negatif oluşumun oyunudur. Hem söyleyeni hem de haber aldığını zanneden kişiyi oynatır.

KENDİNİ ÜSTBEN ZANNETTİREN NEGATİF OLUŞUM

Üstben sizin sorduğunuz sorunun karşısında, o anda sizin o tarih ve o saat itibarıyla olmanız gereken hale getirecek çalışmayı ve o hale gelmek için çalışacağınız yeri tarif eder.
“Ben İstanbul’da mı okuyayım, yurt dışında mı okula gideyim?”
sorusunun cevabı için üstben İstanbul veya yurt dışı diye adres veremez. Bu adres bilgisini sizi oyuna getirmeye çalışan negatif oluşum verir.
Üstben ise böyle bir soruya cevap olarak,
“Anneni affettin mi?” veya,
“Kardeşini kıskanmayı bitirdin mi?”
gibi sorularla cevap verir.

Üstben sizin sorunuzu fırsat bilip o gün aslında sizi çalıştırmak istediği adresi gösterir. Siz de bunu anlamayıp ona falcı muamelesi yapmayı sevdiğiniz ve onu öyle görmek istediğiniz için,
“Ben ne sordum ne cevap geldi, demek ki ben üstbenimi duyamıyorum!”
diyerek doğru olan ilk cevabı kaçırırsınız.

Sizin en çok istediğiniz şey size akıl verilmesi, karar bildirilmesi,
“Şunu mu, bunu mu yapayım?”
dediğiniz sorularda birinin size,
“Evet, şunu yap,”
demesidir; çünkü siz hala kendi kararlarınızın sorumluluğunu almak yerine bunu başkasına yüklemeyi tercih edersiniz.

Üstben de size hiçbir zaman karar bildirmediği için,
“Şöyle yaparsan iyi olacak, böyle yapmalısın,”
diyen karar bilgisini,
“Üstbenim dedi ki…”
diye uygulayarak ve onun yap dediğini yapmış olduğunuzu zannederek hayatınızda yanlış, lüzumsuz ve keskin kararlar vererek kendinize ve yaşamınıza gereksiz zarar verebilirsiniz.

Üstben hayatınızın hiçbir anında, özellikle karar anınızda, sizi onaylayarak veya onaylamayarak sizi yönlendirmez, doğası gereği evrensel olarak bunu yapamaz; çünkü yaşayan sizsiniz. O bunu yapamadığı için negatif oluşum size cevap vererek kendi istediği şekilde yönlendirir. (bkz. Oyun’da Yönetmen Kim? kitabım)

  • Üstben oyunu sizin karşılaştığınız her olayın içindeki kendi çıkışınızı sağlayacak çalışma yerini size gösterir, hatırlatır.
  • Üstben sizin ve başkasının adına yapma ya da yapmama kararı vermez.
  • Üstben bir şeyi yapıp yapmamanın altındaki nedeni söylemez.
  • Üstben neden ve sonuç bildirmez, bir şeye doğru ya da yanlış demez; çünkü onun için sizin yaptığınız her şey doğrudur. Ancak yaptıklarınızdan siz rahatsız olduğunuz zaman size çalışacağınız yeri gösterir.
  • Üstben hedef belirtmez.
  • Üstben büyük resmi hiçbir zaman göstermez.
  • Üstben gelecekten haber vermez; çünkü sizin geleceğinizin her an sizin yeni seçimlerinizle yeniden şekilleneceğini bilir.
  • Başkasının sizin hakkındaki düşünce ve planlarını söylemez. Size de başkası hakkında yaptığınız planları üstben yaptırmaz.
  • Yani birinin sizinle evlenmeyi düşündüğünü söylemediği gibi, sizin de tespit ettiğiniz bir kişi ile evlenip çoluk çocuğa karışıp güzel bir aile kurabileceğinizi söylemez.
  • Sizin hayallerinizle iş birliği yapmaz.
  • Üstben daha önce bir başkasının üstbeninden duyduğunuz cevapları, olumlamaları size vermez. Sizin cevabınız sizin o anınıza ve size özgüdür.
  • O cevap sizin için yeni ve ilktir.
  • Üstben size korku isimlerini söylemez; çünkü korkunuzu bulurken önce içinizden o korkunun duygularının yavaş yavaş yükselmesi ve o duygunun tam açığa çıktığı anda da sizin ağzınızdan sizin tarifinizin çıkması önemlidir. Bu, enerjinin gerçek tespitidir ve bu tespitten sonra ikinci adımda siz korku çalışmasını yapıp o korkunuzun enerjisini dönüştürdükçe üstbeniniz sizin o anınızla ilgili sizin bilmeniz gerekenleri söylemek üzere size hissettirmeye başlar.