KORKULAR

Çalışmalarımın çok başlarında, “Ben ne durumdayım?” diye kendime bakmak istedim. O sorudan sonra kendimi bir arabanın sağ arka köşesinde savrula savrula, mide bulantılarıyla başı dönmüş bir halde yol alırken gördüm.

“Neden böyle güzel bir arabanın içinde bu kadar midem bulanarak, savrularak yol alıyorum?”

diye ön koltuktaki şoföre seslenmek istediğimde o koltukta “korkularımın” oturduğunu gördüm. Çok şık bir arabanın direksiyonunda korkularım oturmuş ve bu yaşamın içinde bana böyle yol aldırıyorlardı. Bunun üzerine ikinci soruyu sordum.

“Peki, ben bu kadar güzel bir arabada rahat nasıl yol alabilirdim?”

Bu sorudan sonra kendi korkularımı bulup dönüştürdükçe araba biraz durulmuş oldu. Ben de rahat nefes alarak sağ arka köşede sakin bir şekilde yol alır olmuştum. Biraz böyle gittikten sonra üçüncü soruyu sordum.

“Peki, ben ne zaman ön koltuğa geçeceğim?”

O zaman sağ ön koltuğu gördüm. Oraya geçebilmem için bütün geçmişimi affetmem gerekiyordu. Dışarıda aradığım bütün çarelerim bittiği için bunu yaptım. Bir zaman sonra ön koltuğa geçmiştim. Bir müddet bu halde yol aldıktan sonra dördüncü soruyu sordum.

“Peki, ben ne zaman direksiyona geçecektim?”

Yani ben ne zaman yaşantımın direksiyonunu elime alacaktım? Cevap geldi.

“Bütün korkuların ve inançların bittiği zaman.”

Direksiyona geçmek güzeldi, o zaman ben de bu güzelliği yaşayacaktım ve yaptım. Bugün ben kendi hayatımın direksiyonundayım. Bu yolculukta yalnız olacağımı zannedip beşinci sorumu sordum.

“Ben bu yolu nasıl gideceğim?”

Bir anda sağ ön koltukta co-pilotum belirdi. İçimin o bilen hali bütün ihtişamı ile yanımda oturuyordu. Arka koltukta da beş duyum benimle beraber yoldaydı. Yalnız değildim. Tamamdım.
(Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 229-231)

KORKU DÖNÜŞTÜRME ÇALIŞMASI NASIL YAPILIR?

Çalışmalarımı yaparken kendime böyle bir tablo yapmıştım:

Bu tabloya göre, yaşadığım olayı incelediğim zaman, çoğu zaman yaşadığım olaya bir inancımın sebep olduğunu fark ediyordum. “Peki, bu inancım gerçekten inandığım gibi mi?” diye sorduğumda, çoğu zaman, inandığım, inandığım gibi çıkmıyordu. Böylece yaşadığım olayın gerçeğini görüyordum. Çalışmalarımın yarısı 3. adımda bitiyordu. Çünkü o sırada bana acı veren olayı, inandıklarım inandığım gibi olmadığı için yaşamıştım. İnancım ve dolayısıyla beklentilerim bitince de hissettiğim acı bitiyordu.

Ya da her olayı, daha evvel kendi yaşadığım bir olayda, kendi yaptığım şekilde görüyordum. Bu da “Ayna” sistemiydi. Yani o olayı ve kızdığım kişiyi nasıl tarif ediyorsam ben de öyleydim. Eğer bir tarif çıktıysa, yani karşımdaki insanı nasıl tarif ettiysem onları liste yapıyordum. Her tarif için tek tek, “Ben ne zaman, nerede bunu yaptım?” diye sorarak, kendimi o tarifi kullanarak çalıştırıyordum. Böylece tablonun 4. adımı işliyordu.

“Aynı hareketleri ben nerelerde yapıyorum?”

En önemlisi,
“Neden yapıyorum?”

diye kendime soru sorarak ilerliyordum. Yani neden ben de o kızdığım kişi gibiydim? İşte asıl dönüştürme, nedenini bulduğum zaman oluyordu. Kendi yapış nedenimi bulup, onu dönüştürünce bir daha o hareketleri yapmaz oluyordum. Tabii kimseyi de artık öyle tarif edemiyordum. İnsanları hem içimden hem de dışımdan sözlerimle tarif edemediğim güne kadar çalışmalarıma devam ettim. Her tarifim, ben o tarifimdeki hali yapmadığım zaman bitiyordu. Bunun için de aynı hareketi yaptıran korkumun bitmesi gerekiyordu. Bende bittiğinde karşımdaki insanlarda o hali görmez oldum.

Tabii önceleri, sebepleri buldum ama ne yapacağımı bilemedim.
“Bu bulduklarımı ne yapacağım?” diye sorguladığım bir sırada yine içimden o müthiş sesi duydum.
“KABUL ET,” dedi.
Bulduğum inancı veya korkuyu önce kabul etmem gerektiğini anladım.

Kabul etmek kendinden itmemek, reddetmemek, önce sahiplenmekmiş; kabul etmezsem bana ait olmadığını zannettiğim için ona bir etkim olmadığını algıladım. Halbuki, “Vardır, böyledir,” dersem onu benden uzağa itmemiş, kendime doğru almış, sahiplenmiş oluyorum. Böylece kabul ediyorum.
Önce buldum, sonra kabul ettim ama bu bulduklarım beğenilecek şeyler değildi.

“Peki, şimdi ne yapacağım?” diye sorduğumda,
“Onu kendinin korkusuz, ilk doğal halin olan sevgi haline dönüştürmeyi iste,” dedi içimdeki ses.

O korkunun sevgiye dönüşmesi gerektiğini, bunun da ancak benim isteğimle olabileceğini anladım. Böylece onun dönüşmesini, istediğim hal olan “sevgi”ye dönüştürmeyi istemiş olacaktım. “Sevgi”ye dönüştürmenin, korkudan evvelki doğal oluş halime dönmek olduğunu anlamıştım.

Buradaki sevgi, “oyun bahçesi”ndeki, “Ben seni sevdim. Ben senden nefret ettim. Ben sana aşık oldum,” sevgisi değil. Oyun bahçesi yaratılmadan evvel olan, insanın kendisinin asıl doğal haline dönüşmesine niyet ettiğimi anlamıştım.

Benim anladığım asıl sevgi, her olana izin verebilen, olanın zaten tam olduğunu bilen, insanları değiştirmeye gerek duymayan sevgi. O güne kadar böyle bir şeyin sevgi olabileceğini bile bilmiyordum. Önceleri çok şoke oldum, böyle bir insan halini tanımıyordum.

Ben hep olanı kabul etmemeyi, her olanı değiştirmeye çalışmayı doğru diye biliyordum. Yakınlarımın bana göre yanlış olan taraflarını keşfedip onları düzeltmeleri için yönlendirmeyi hatta bu konuda onlara gerekli yardımları yapmayı doğru diye biliyordum. Böylece sevdiklerime yardım ediyorum zannediyordum. Gerçek sevginin ne olduğunu algıladığım zaman, o güne kadar kimseyi gerçek sevgi ile sevmediğimi, korkularımla sevdiğimi hatta sevgimin de şartlara ve şekillere bağlı olduğunu gördüm. Kendimde gördüğüm bu hal beni çok etkiledi ve bir daha kimseye, “Seni seviyorum,” demedim.

Çünkü sevginin söyleyerek hissedilen değil, yaşadığın olayda “olayın ve kişilerin tamam olduğunu gördüğünde” olan bir şey olduğunu anlamıştım.

Oyunun içinde bildiğim sevgide ise, “Ben seni seviyorum ama çok kusurlusun, bunları değiştirmen lazım,” diyorum. Ya da olan hiçbir olayı kabul etmemeyi biliyorum. Böylece herkese ve her şeye değişmesi gereken yanlış bir şeymiş gibi bakıyormuşum. Bu çalışma sistemi ile en önemli keşfi yaptığımı anlamıştım. Ve ilk defa “Gerçek SEVGİ” ile tanışmıştım. O andan sonra korkularımı dönüştürmek çok daha kolay oldu.

Dönüştürdüğüm her korkum veya inancım, bir adım sonra dönüştüreceğim daha köklü bir inancım için bana enerji rahatlığı verecekti. Sanki bir kuyudan adım adım yukarı çıkmak gibiydi.

Böylece bunları fark ettikçe dört satırdan oluşan cümleler ortaya çıktı.

Benim …………… korkum var.
Ben ………………. korkumu kabul ediyorum.
Ben ………………. korkumu şu anda sevgiye dönüştürmeye niyet ettim.
Ben ………………. korkumu seviyorum.

Bu cümlelerin de yardımı ile korkularımı ve doğru olmadığını fark ettiğim inançlarımı dönüştürdüğüm yerin, benim doğal yaradılış halimdeki yer olduğunu algıladım.

Böylece çalışmalarım sırasında bulduğum, beni çok etkileyen bir kelime veya cümleyi, yani “inanç” veya “korku”yu, bu cümlenin noktalı yerlerine yerleştirip birkaç kere tekrarladığımda, o inancın veya o korku ifadesinin etkisinin kalmadığını, benden çıkıp gittiğini fark etmiştim. Bulduğum, “korkularımı dönüştürme” de böylece başlamış oldu.

Bu çalışma sırasında yaşadığım her olay, “gerçek hali” ile tam olduğu gibi gözükür oluyordu. O zaman da yanlış bilgilerim çöküyordu ve beni kötü etkileyen geçmişime ait bir olay daha, kendi iç dünyamda temizlenmiş oluyordu. Kendi iç dünyam bu şekilde temizlenip, düzeldikçe hayatın içinde bana lazım olanları ya da olmayanları doğru ayırabilir oldum. Böylece, olamayacakları da var etmeye çalışmaz oldum. Bu şekilde, çalışmalarım, benim kendimin bile fark edemeyeceği bir hızda, kendimi doğal bir şekilde affetmemi sağlıyordu. Kendimi affetmem, kendim hakkında inandıklarımın gerçek olmadığını algıladığımda oldu. Asıl gerçek affetme buydu.
(Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 47-51)