BAĞIMLILIK
Çalışmalarımın ilerlediği sıralarda Korkular ve Aynalar çalışmalarından sonra bağımlılıkları keşfetmiştim. Keşfettiğim bağımlılıkların içinde çocuk bağımlılığının olabileceğini hiç tahmin etmezdim. çalışmalarımda çocuk bağımlılığımın benim için büyük bir bağımlılık olduğunu bulmuştum.
“Neden hasta oldum?” diye sorunca bağımlılıklarım olduğunu buldum. Bende bağımlılık yok zannediyordum. İçki hiç yok. Sigarayı otuz üç yaşında bırakmıştım. Diğer alışkanlıklarım hiç olmadı.
Ben çok özgür bir insandım. İstediğim her yere gidebiliyordum. İstediğim her şeyi yapabiliyordum. Ben böyle yaşadığımı zannederken vücudumun her yerinden çengelli lastiklerle her yere bağlı olduğumu fark etmiştim. Sadece lastiklerin esnekliği kadar hareket edebiliyordum. Yani annem hastalandığında ona yetişebileceğim yere kadar gidebiliyordum. Gezmek istediğim zaman eşimin kızmayacağı ve evin huzurunun bozulmayacağı yere kadar gidebiliyordum. Çocuğumdan ancak göz ucuyla onu görebileceğim son yere kadar uzaklaşabiliyordum. İşte benim kendimi özgür zannettiğim ve özgürlüğümle övündüğüm ben buydum.
Böylece çalışmalarıma yeni bir yön ilave olmuştu.
Kendi bağımlılıklarımı keşfediyordum ve her bağımlılığın altında da ona sebep olan inançlarımı ve korkularımı buluyordum.
İçki, sigara, yemek gibi bağımlılıkların asıl bağımlılıklarımızı elde edemediğimiz zaman, elde edememişliğimize tahammül edebilmek için kullandığımız yüzeysel bağımlılık araçları olduğunu anlamıştım. Bunlar bende yoktu ama zaten beni yaşatmayacak, en önemlisi hasta edecek, yeteri kadar bağımlılığım vardı. Nihayet onları fark edebilmiştim.
Erkek, “Kadınsız olamam,” kadın da, “Erkeksiz olamam,” zannettirilerek dünyadaki en büyük bağımlılık yaratılmıştı. Bu, oynanan oyunun zaten en önemli taşlarından biri, hatta başlangıcı olmuştu.
Sokakta, etrafta milyonlarca insan var. Fakat bir genç kız, “İlişki arıyorum,” diye sokaklarda dolaşıp muhakkak biri ile olmaya çalışıyor. Kim olursa olsun da olsun diye düşünebiliyor. Etrafımızda bu kadar çok insan olmasına rağmen, “Ben yalnızım,” diye inanıyoruz.
Bu bağımlılığı anladığımda çok şaşırdım. O güne kadar yapabildiğim her şeyi, yanımda bir erkek var da onun için yapabildim zannetmişim. Ne büyük bir kandırmanın içinde olduğumuzu anladım. Kendim için gerekli her şeyi zaten bugüne kadar hep kendim yapmışım. Zihnimize oynanan en büyük oyun bu, her başımıza bir şey geldiğinde, zihnimize, “Yanında erkek olsaydı ya da kocan olsaydı bunlar olmazdı,” inancı yazılıyor. Biz de inanıyoruz ve ona göre hareket ederek bu inancı güçlendiriyoruz. Bunu fark ettiğimde oyunun en büyük kilidini kendimde kırdım.
Büyük oyun, bu bağımlılığın üzerine çeşitleri konularak devam ettiriliyor ve genişletiliyor.
Bir şarkıcı, bir manken, bir sunucu işinin zirvesindeyken hiç arkasına bile bakmadan, yani o yere ne kadar mücadele ile geldiğini unutarak, karşısına çıkan bir erkekle evleniyor. Birkaç yıl sonra en dipte olarak ortaya çıkıyor. Uyuşturucunun yaptığından bir farkı var mı? Bağımlılık olmasa bu kadar aşağı düşüş olur mu? Doğal olsa karşılaştığı ve sonra ayrıldığı yer aynı düzlemde olurdu. (Nil Avunduk! Bir sorum daha var? kitabım, Sayfa 93-95)
Bir gün, seminer çıkışında merdivenlerden bir geç kız iniyordu, düşünceli düşünceli.
“Ne oldu?” dedim.
“Bu akşam nerede kalacağım, diye düşünüyordum,” dedi.
“Neden evinde kalmıyorsun, ne oldu?” dedim.
“Seminer bağımlılık semineriydi ya, seminerde anneme bağımlılığımı fark ettim. Şimdi ondan acele ayrılmam gerekiyor. Ayrı ev arıyorum,” dedi.
Ne büyük yanlış anlama! Evi ayırınca bağımlılık bitecek mi! Bağımlılık onun zihninde!
“Annem olmadan karar veremem,”
“Annem bilir, ben bilmem,”
gibi inançları varken ev ayrılır mı?
Bu kişi 50 yaşına da gelse, evli de olsa annesine sormadan hiçbir karar veremez. Hatta evli olsa, evde üç kişi yaşar olurlar. Bağımlılık budur. Seminerde bulduğu bu.
Bağımlılığını ince ince çalışıp, benim yaptığım gibi kendine emek vererek çalışmak aklına bile gelmemiş. Ama ayrı eve çıkmak hemen aklına gelmiş. (Nil Avunduk! Bir sorum daha var? kitabım, Sayfa 339-340)
Kendi çalışmalarımı yaptığım günlerde aileme olan bağımlılıklarımı çalışıyordum. İçimden beni uyaran o gerçek sesi bir kere daha duydum. Bana, “Bugün neler yaptın?” diye sordu. O gün çok işlerim vardı, dışarıdaydım. Bu soru üzerine, gittiğim yerler ve oralarda görüştüğüm işlerimi yapan insanlar gözümün önünden geçmeye başladı. Çok iş yapmıştım. Yaparken de birçok insanla karşılaşmıştım, onlar benim işlerimi yapmışlardı. Bu kişiler, faturalarımı yatırırken gişede olan bir hanım olabildiği gibi, markette bulamadığım bir malzemeyi depodan çıkaran bir kişi de oldu. O gün kuaföre de gitmiştim. Her işimi başka bir kişi yapıyordu. Gün içinde taksiye binmiştim, yani bir de şoförüm vardı.
Akşam eve geldiğimde ailemdeki herkes kendi odasında bir şeyler yapıyordu. Yani o gün dışarıdaki insanlar benim için bunları yaparken onlar benim için bir şey yapmamışlardı. Zihnim beni, “Ailem benim için her şeyi yapar, ben de onlar için her şeyi yaparım,” diye inandırmıştı.
O ana kadar ben de böyle zannediyordum. Sonra fark ettim ki aslında ailede olan herkesin kendisinin tam bir dünyası var ve benim de tam bir dünyam var. O kendi tam dünyalarımızın içinde neler yapıyorsak ve nelere ihtiyacımız varsa onları herkesin dünyasında onun için yapacak birçok kişi var.
Aile içinde zaman zaman birbirimizin ihtiyaçlarını karşılamak istersek yapıyoruz. Ama bu kendi dünyamızla evden çıkıp yaşantımızı yaşarken, aile fertlerini her zaman gittiğimiz yere götüremiyoruz. O sırada dünyamıza dahil olan kişilerle yaşıyoruz. Her an dünyamız kendi doğallığında değişiyor. Başka bir an, başka insanlar dahil olmaya başlıyor. Evimizin dışında hastalandığımızda ya da kaza geçirdiğimizde etrafımızda başka bir dünya kuruluyor ve orada olan kişiler bize gereken her şeyi yapıyor. Yanımızda ailemizden kimse olmuyor. Böylece hepimiz sabahtan akşama kadar, kendi dünyamızın içinde işlerimizi hallettireceğimiz kişilere rastlıyoruz. Yaşamın doğallığı bu.
Biz bunun sanalını zihnimizde yaratarak aile içindeki kişilere isteklerimizi yaptırmaya çalışıyoruz. Çünkü isteklerimizi onların yapacağına inandırıldık.
Aileyi bunun için kurmak istiyorsak, bu güzel bir istek değil, netice alamayız. “Aile var,” demek bu olmamalı. Bu ihtiyaçlarımızı işi olduğu için yapacak kişiler var, o zaman onlara da “Ailemiz,” demeliyiz. Onları dışımızda tutup, “Biz beş kişi aileyiz, siz bizden değilsiniz,” dememeliyiz. Eğer ille aile kelimesi kullanmak istiyorsanız daha geniş bakın ve içine çok insan koyun. Hatta seyahatte kaybolan valizinizi getiren kişiyi de dahil edin. Bu yaptığı hizmet ile size kuzeninizden daha büyük bir iş yapmış demektir.
Sadece aile adı altındaki kişilere bağlandığım ve “Onlar yapar,” diye inandığım için kendimi yalnız hissetmeye başlıyorum. Halbuki belli kişilerden beklentilerim olmazsa bu kadar kalabalıkta nasıl yalnız olabilirim ki? Her şey için herkes var.
Bize sık sık yalnızlık duygusu veren kendimizin tespit ettiği belli kişilerin isteklerimizi yapmaması. Halbuki başka başka insanlarla birçok şey yapabilirim. Her şeyi bir kişiyle yapmam gerekmiyor. Bu gerçek zenginlik. (Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 62-65)
Negatif enerji, insanları birbirlerine bağlayarak, yani insanda “insan” bağımlılığı oluşturarak, isteklerini birbirlerinden istemeyi öğreterek, insanları kendilerine inanmaktan çıkardı. İnsanların kendilerine inanmayı bıraktırıldığı, başkalarına inanmaya başlatıldığı, insanlara oynatılan bu oyunun sonunda geldiğimiz yerdeyiz. Bu oluşumda herkes, başkasından beklediği,
“O benim için yapar,” dediği şeyler gerçekleşmedikçe, bu inançlarını bırakacağına, çeşitli uyuşturma yöntemleri ile isteklerinin olmayışına tahammül edebilir hale geldi.
Bir insan ya bu zihinsel kaosun içinden inandıklarının inandığı gibi olmadığına, kendi yapamadıklarından yola çıkarak, bunların olmasının mümkün olmadığına, zaten herkesin de göründüğü hali bir hafta sonra kaybettiğine uyanarak çıkacak ya da kendini uyuşturarak yapamadıklarına tahammül etmeye uğraşacak. Tahammül edemedikçe, daha büyük hastalıklar çıkacak. Zaten çıkıyor. Halbuki burada tek keşfedeceği şey, yapmaya uğraştığı, inandığı bir şeyin yapılabilir olduğuna olan inancını bırakmak.
Şunu iyice anlamıştım. Bir insan, neyi yapamadığı için, yanına onu yapacağına inandığı insanı istediğini bulmadan, bağımlı olduğu maddeden kurtulamaz. Başka kişiler onun için bağımlı olduğu maddeye neden bağımlı olduğunu bulamaz ya da ona bulduramaz. Çünkü bağımlılığı olan kişinin inandıklarına zaten herkes inanıyor. “Bu inandığın doğru değil,” diyemezler. “Yapmalıydın,” ya da “Yapamadın,” diyerek o kişiyi daha fazla suçlu hissettirirler. Böylece ilk kitabımda da anlattığım gibi bütün bağımlılık araçları, “Yapmalıyım,” diye inandığımız ve yapamadığımız şeylere karşı tahammül aracımızdır. Asıl inançlarımız bitmeden, bağımlı olduğumuz araçlar bitmez. Başka türlü, yapamadıklarımıza nasıl tahammül ederiz ki?
O güne kadar bağımlılıkları içki, sigara gibi şeyler zannediyordum. Bunların hiçbirini kullanmadığım için de kendimde bulduğum bağımlılıklar beni çok şaşırtmıştı. Başımın üzerinde gezen balonun içinden yazılar,
“beraber olmak,”
“birlikte olmak” ve birbirimize
“yardım etmek” üzerine akıyordu ki, herkes birbirine bir şekilde bağlansın, birbiri ile birleşsin.
Birleşmenin, bir araya gelmenin şekli önemli değil. Bu, çeşitli şekillerde olabilirdi, yeter ki o insanlar kendi başlarına bir şeyler yapamaz diye bilsinler ve böyle inansınlar. O zaman insan, doğal, muhteşem insan halinden çıkabilir. Ve tabii ki karşı enerjinin eline, ancak bu hale gelirse düşer.
Bu yüzden negatif oluşum kendi beslenmesi için daima insanları birbirine bağlar. Bir bağ biter, diğerini bağlar. Hani çivi çiviyi söker derler ya, işte asıl yapılmak istenen, insanların devamlı birbirine bağlanmalarıdır. Bağlansınlar da nereye olduğu önemli değil, yeter ki insan kendi mükemmelliğini fark etmesin, daima başkasına hayran olsun ya da başkasının kendine faydalı olduğuna inansın.
İnsan kendinin mükemmelliğini fark ederse kendisini etkileyen negatif oluşum yok olur.
Zihnimizdeki bilgiler, yani başımızın üzerindeki balonun içindeki bilgiler,
“Sen tek başına bir şey yapamazsın,” diye başlıyor.
Buna inanması için de gerçekten bir insanın tek başına yapamayacağı şeyleri, “yapmalısın listesine” yerleştiriyor.
Mesela, “Aşk yaşamalısın,” ve “Biriyle beraber olmalısın, aile kurmalısın, çocukların olmalı,” diye listeliyor. Bunların hiçbiri tek başına yapılacak şeyler değil. Böylece aşk yaşamayı ve evliliği doğru ve gerekli bir şey olarak gösteriyor. Biz de inanmaya başlıyoruz ve bir zaman sonra hepimiz, “Aile kurmalıyım,” diye ilk hedefimize bu inancı alıyoruz. Böylece bu inançla beraber “oynatılan oyun”un en önemli tuzağı başlamış oluyor.
Evlenince çoğalan akrabalık bağlarının oluşturduğu görev listeleri ile birçok insanı birbirine bağlamış oluyor. Hatta çocuklar olunca herkesin birbirine ihtiyacı her gün artarak devam ediyor. Böylece kimse tek başına bir şey yapamaz, herkes herkese muhtaç duruma geliyor. Muhteşem bir şekilde yaratılmış olan insanı “muhtaç” durumuna getirebilmek gerçekten mucize. Sonra da “O ‘muhtaç,’ sen ona ‘acı,’ ona ‘yardım’ et,” diyor. Biz de acımanın, yardım etmenin güzel bir şey olduğuna inanmaya başlıyoruz. (Oyun’da Yönetmen Kim? kitabım, Sayfa 134-136, Nil Avunduk! Oyun’u Anlattı… kitabım, Sayfa 90-91)
Zihnimizin kandırmasıyla “kurtaran-kurtarılan” ya da “yardım eden-yardım edilen” diye inanarak birçok kişi bir araya geliyoruz. Ancak zaman içinde beraberliklerimizden beklediğimiz sonucu, beklediğimiz gibi alamıyoruz ve hem birbirimize hem de kendimize kızmaya ve kendimizi suçlamaya başlıyoruz.
BAĞIMLILIKLARI YARATAN KORKULARI DÖNÜŞTÜRME ÇALIŞMASI NASIL YAPILIR?
“Onsuz olamam,” dediğimiz her şey bizi kendi yürüyeceği yere kadar ilerletir. Bunu fark etmezsek bütün yaşantımız aynı noktada aynı dairede döner durur, biz de dönüp durduğumuzu fark etmeyiz.
Bir gün, onsuz olamayacağımız şeyi var etmeye çalışırken kendimizi tükettiğimizi fark ettiğimiz an geldiğinde, bizi tüketeni mecburen bırakmamız gerekebilir. Ancak bu sefer de onun yerini “Onsuz olamam,” diyeceğimiz yeni bir şey ile doldurabilir ve ona tutunabiliriz. Halbuki biz kendimize,
“Ben kimsiz veya nesiz olamıyorum?”
diye sorarsak tükenmeye de başka bir bağa tutunmaya da gerek kalmaz.
Bu çalışmanın amacı, bağımlılıklarımızın altındaki inancımızı ve o inancımızın oluşturduğu korkularımızı dönüştürmektir. Bağımlılıklarımızı ancak altındaki inancımızın bir insan için doğru bir inanç olmadığını algıladığımızda bitiririz. Bağımlılıklarımızın her birinin altında farklı korkular vardır.
Bağımlılık çalışırken,
“Ben kimsiz ya da nesiz olamam?”
diye sorarak, gözünüzün önüne gelen ne varsa alt alta yazın.
Liste bitince her maddenin karşısına,
“Ben o kişi veya o dediğim ne ise, onlar olmazsa bana ne olur?”
diye sorun.
Ve “olacaklar” çıkmaya başladığı zaman her kelimeyi ve her cümleyi korku dörtlüğünün noktalı yerine yerleştirerek o cümlenin, yani o inancın zihninizden silinmesini sağlayın.
Her çıkan cümle için yapın.
Böylece çıkan inançların ve korku cümlelerin zihninden silindikçe, “o kişi” veya “onsuz” diye söylediğiniz ne varsa, onlarsız da var olduğunuzu ve onsuz da yaşayabileceğinizi fark edeceksiniz.
“Senin/Onun için ne fedakarlıklar yapıyorum?”
diye sorduğunuz zaman fark ettikleriniz, işte sizin, “Onsuz olamam,” dediğiniz inançlarınız için neler yaptığınızı, bu yaptıklarınızın bir insana uyamayacağını ve hastalıklarımızın asıl sebeplerinin bunlar olduğunu algılayabileceksiniz.