AYNALAR

Hastalığımın sebebini bulma isteğim, olayları artık benim önümde başka şekilde bana göstermeye başladı. Ben de olayları bu isteğim doğrultusunda görmeye başladım.
İşte serüvenim böyle yol aldı.

Madem iyi olmak istiyordum, o zaman haydi bakalım, bundan sonra önüme gelen olaylarla benim hastalığımı yapan kendimden bile sakladığım birçok korkuyu ve inancı bulup keşfetmem ve dönüştürmem gerekiyordu. Ve sıra sıra geldiler.

Aradan zaman geçti, ben unuttum isteğimi, ilaçlarımı da içiyorum… Bir gün çok enteresan bir şey yaşadım.

Bir yerde oturuyordum. Biri geliyor, masasına oturuyor, telefonla konuşuyor, birilerine bir şeyler anlatıyor. Sonra o gidiyor, yanındaki masaya biri geliyor, o aynı kişilere başka bir şey anlatıyor. Sonra geliyorlar, birbirlerine başka şey anlatıyorlar. Bu benim o kadar dikkatimi çekti ki, müthiş bir yalan söyleme vardı. Ama bu kadarını, bu kadar yakınımda hiç yaşamamıştım. Onlar bunları yaparken bir anda ayağa kalktım, dışarı çıktım. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Ve kaldırımda kendi kendime konuşarak yürümeye başladım.
Sadece şunu söylüyordum:

“Allah’ım ne oluyor? Niye benim çevremde bu kadar yalancı var? Herkes yalancı, herkes yalancı, bıktım yalancı görmekten. Hayatımda bu kadar yalancı insanı bir arada görmedim!” dedim.

“Niye bunlar buraya toplandı? Neden bunları görüyorum?” dediğimde hayatımda ilk defa içimden bir ses duydum.

Sanki göğsümden bir ses, kükreyerek içimden, “Kendi yalancılıklarını görmen için,” dedi.

Bir anda şoke oldum. Hızlı hızlı yürürken bir anda durdum. Dizlerimin üstüne çöktüm.
“Ne yalancılığı?” dedim.
“Ben hayatım boyunca hiç yalan söylemedim.
Yalan söyleyen insanlardan nefret ederim.”

Hatta arkadaşlarıma derdim ki, “Ben hiç yalan söylemem, lütfen bana yalan söylemeyin, bana yalan söylerseniz beni kaybedersiniz.” Ben buna da güvenerek, “Asla, ben asla yalan söylemedim, hiçbir zaman söylemedim,” derken gözlerimi kapadığımı fark ettim.

Hani böyle bir kaza anında, olay anında, bütün hayatın bir film şeridi gibi gözünün önünden geçer ya aynı anda, çocukluğumdan o güne kadar söylediğim bütün yalanlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başladı. Ve çok şaşırdım, şoke oldum.

Sadece içimden şöyle diyordum, “Ama onlar pembe yalan, ama onlar pembe yalan…”
Yine içimden o büyük sesi duydum.
“Yalanın pembesi, siyahı, beyazı yoktur, sebebi vardır,” dedi.

İşte bu “sebep” lafıyla hayatımın çıkışı başladı.
“Şimdi ben ne yapacağım?” dedim ve tabii başım önümde geri döndüm.
Hiç kimsenin yüzüne bakamadan o yalan söyleyen adamların önünden utanarak geçtim. Öylece kös kös oturuyordum. Biraz sonra hepsi oradan gitti, ben tek kaldım.

Tekrar sordum, “E, ne oldu şimdi? Hepsi gitti.”
“Öğreneceğini öğrendin, işleri kalmadı. Sana seni gösterdiler, sen de gördün,” dedi.
(Nil Avunduk! Bir sorum daha var? kitabım, Sayfa 17-20)

Böylece yirmi yıldır ayna çalışması diye anlattığım ve hiç kimsenin hiç sevmediği ve çalışıyormuş gibi yapanların da zaman içinde çarpıttığı “Aynalar” çalışması başladı.

Ben eskiden herkese bir kulp takar, herkesi çok çeşitli tarif ederdim. O günden sonra o tariflerin bende olduğunu bulup dönüştürdükçe kimseyi tarif edemez oldum. Tarif edersem yine bendeki o tarifi bulup değiştireceğim. Benim anladığım buydu.

Böylece kendimde dönüştürmem gereken hallerimi bulmak çok kolaylaştı.

O tariflerin kendinde olduğunu kolay bulamazsın. Çünkü kendimizde olanları iyi saklıyoruz ve “Ben öyle değilim,” diye kendimize bile yalan söylüyoruz. Bu yüzden onları başkasına bakınca keşfediyoruz, bulabiliyoruz. Bilmediğimiz bir şeyi tarif edemeyiz. Bilmemiz de yaşamış olmamızdan gelir. Muhakkak yaşamlarımızdan birinde ya da geçmiş günlerimizde o tarifin aynısını yaptık ki görüyoruz, o tarifi tanıyoruz.

Artık benim için “Aynalar” çalışması çok önemliydi. Kimi nasıl tarif ediyorsam, gerçekten aynı hareketleri ve davranışları herkese yapıyordum. Ya da bir gün ortam bulduğunda ortaya çıkacak şekilde içimde bekleyen bir inancım, ona bağlı olarak da o tenkit ettiğim, “Asla yapmam,” dediğim hareket ve davranışlara uygun potansiyelim vardı. Belki henüz, o güne kadar dışarıda gördüğüm kişilerdeki kadar kendini belli etmemişti, ama benim de potansiyelim vardı. Ben, o hareketleri yaptıran korkularımı dönüştürdükçe, artık o kişilerde tenkit ettiğim şekilde hareket etmediğim için dışarıda görüp kızacağım bir şey kalmıyordu.

Artık herkes için bol bol konuşabilirdim. Ağzımı kapamaya, söylemiyormuş gibi davranmaya gerek yoktu. Kim için nasıl bir tarif yapıyorsam ben de aynı şeyleri yapıyorum demekti. Yaptığım yargılara, “Aynalar” çalışmasını uyguluyordum.
“Ben hangi yaşadığım olayda böyle davrandım?” diye soruyordum.
Böyle davranmama sebep olan inancımı ve korkumu dönüştürdükçe kendim artık öyle davranmaz oluyordum.
Ben değiştikçe başkaları hakkında yorum yapma becerim de gittikçe azalıyordu.

Böylece gördüğüm kişilerin, görmediğim tarafları hakkında söylediğim,
“Ben biliyorum, onlar böyle,” sözlerim bittikçe kendi gözümün gördüğü ve kulağımın işittikleri bana yetiyordu.

Bir gün, bir seminerde bir kişiyi çalıştırıyordum. Babasına çok kızgındı.
“Onu affetmeyeceğim,” diyordu.
“Babanı tarif et, babanın tariflerinden yola çıkalım,” dedim.
Babasını tarif etti, yazdı, yazdı, kırk madde oldu.
“Bunlar ben değilim herhalde ve asla olamam,” dedi. Sonra tek tek başladık, birden ikiye doğru devam ediyoruz. Her seferinde şunu diyordu,
“Tamam, onu da yapmışımdır. Ama sadece bir kere yaptım,” diyordu.

Halbuki bir kere yapmakla bin kere yapmak arasında enerji olarak fark yok.
Dolayısıyla bir kere bile yapsan, onu yapma sebebin senin içinde duruyor. O sebep bitmeden senin yapabilme potansiyelin bitmez. Böylece insanları tarif edişin de bitmez.
Hiç yapmadıysan bile yapma potansiyeli taşıyorsun.

Affetmediğim kişide gördüğüm, yaşadığım her şey bendim. Onun için herkes herkese küsüyor, kavga ediyor, bir zaman sonra barışıyor. Sonra tekrar aynı şeylere kızarak yine küsüyor. Küslüklerin tekrar etmesine sebep ise devamlı dışarıyı suçlamamız ve olan her şeye,
“O bana bunu yaptı,” ya da
“Onun yüzünden başıma bu geldi,” diye bakmamız. Bu, kolay bir bakış şekli. Ama gerçek değil.

Yaşadığım her olay için ben de o güne kadar bu taktiği kullanarak her şeyden sıyrılmıştım. Ama sonra fark ettim ki, olaylardan o anlık sıyrılmışım ama inançlarımın ve korkularımın varlığından hiç sıyrılamamışım. Hepsi yaşadıklarımın etkisiyle zaman içinde büyüyerek ve bende daha çok yer ederek varlığını sürdürmüş.

Bunun en tehlikeli hali de benim bütün hayatımda yaptığım gibi şeyler yapmak. Kızdıkça, küstükçe iş değiştirdim; yetmedi, ev değiştirdim; o da yetmedi, eş değiştirdim. Hiç yetmedi, en sonunda memleket değiştirdim. Ama yine olmadı, olmadı. Her ortamda, her evde, her memlekette kızacağım, küseceğim şeyleri yine buldum. En sonunda kendi korkularımı bulunca, bütün bu mücadelenin sadece bir korkum ya da boş bir inancımdan olduğunu anlayınca hayatımın en büyük keşfini yaşadığımı hissettim.